Göçmen Psikolojisi
Her değişim, kendisine uyum sağlayabilmemiz için bir süreç gerektirir, göçmen psikolojisi için de durum aynen böyle. Doğup büyüdüğünüz, diline, kültürüne, iklimine aşina olduğunuz ülkeden ayrılıp adeta yepyeni bir dünyada kendinize yeni bir yuva oluşturmak büyük bir yaşam değişimidir. Öyle ki, bu sürecin ve etkilerinin, göç kararının verildiği andan itibaren başlayabildiğini söyleyebiliriz. Alışılmadık bürokratik meseleler, sevdiklerinden uzaklaşacak olmanın yarattığı hüzün ve kaygı ile birleşince kişi, aslında oldukça revaçta olan yurt dışında yaşamın yavaş yavaş zorlayıcı etkileriyle karşılaşmaya başlayabilir.
Bu noktada sahip olduğumuz sosyal destek ağlarımız, adaptasyon süreci için oldukça önem taşır. Bununla beraber, yerleşilecek yeri iyi araştırmak, özellikle ilk zamanlarda yoğun olabilen belirsizlik hislerinin hafiflemesinde yardımcı olabilir. Bunun yanısıra beklentilerin tekrardan gözden geçirilmesi de kimi zaman kişiyi çeşitli olasılıklara daha hazırlıklı hale getirebilir. Örneğin dil bariyeri, çoğunlukla sıkıntı yaşanan bir konu olarak karşımıza çıkıyor.
Kişi, ülkesinden ayrılmadan önce bu konuyu gerçekçi bir şekilde ele almadıysa, yeni bir sosyal destek ağı yaratmakta kendisinden üstün bir beklentisi varsa yurt dışında yaşamaya başlamasıyla beraber hayal kırıklığı yaşayıp, zamanla bu hayal kırıklığını tekrar tekrar deneyimlememek adına kendini izole edebiliyor. Bu durumun yıkıcılığını önlemek adına kabullenici olmakta fayda var. Ancak burada kabullenici olmak, ‘kabul edip pes etmek’ anlamında değil, sadece bu ihtimale açık olup kendini yargılamadan bu sürecin inişli çıkışlı olabileceğini kabul etmek olarak algılanmalıdır. Böylece bu durumunu yarattığı kaygı yüksek boyutlara ulaşmayacak; ancak yeni bir dil öğrenebilmek adına optimal seviyede olacaktır.
Bir diğer taraftan; göç öncesinde gerekli hazırlıkları yapmak için yeterli vakti olmamış, kendini psikolojik olarak hazırlama fırsatı bulamamış, ülkesine ve sevdiklerine veda edememiş kişilerin de olabileceği unutulmamalıdır. İrade dışı gelişen – örneğin; doğal afet sonrası, savaş sırasında veya siyasi zulümle beraber ülkeden ayrılmak- göçe baktığımızda farklı etkenler göze çarpmaktadır. Bu durumu Akhtar (2018), kişinin içindeki çocuğun öksüz kalmasına benzetmiştir. Burada öksüzlüğün sebebini kişinin ruhsal alanının kaybı olarak açıklamaktadır. Bu ruhsal alan nostaljik nesnelere (fotoğraflar, şarkılar vb.) yönelerek, kendi duygularımıza bakıp onları anlamaya çalışarak ve yaratıcı olabileceğimiz alanları keşfederek tekrardan oluşturulabilir. Ancak bu noktada nostaljinin nasıl yapıldığı da oldukça önem taşır. Geçmiş yaşantıyla ilişkili nesnelerle diyaloğu, yeni yaşantımızdaki değişikliklerle harmanlayarak devam ettirmek en sağlıklısı olacaktır. Böylelikle geçmiş, anımsandığında acı veren bir anılar bütünü olmaktan çıkacak, geleceği zenginleştiren bir kişisel kaynağa dönüşecektir.
Her iki durumda da, kişi kendisine adapte olabilmesi adına bir süre tanımalıdır. Bu sürede kişi, kontrol edebildiği faktörler üzerinde durmalı, aidiyet hissinin oluşmasında yardımcı olacak yeni alışkanlıklar oluşturmalıdır. Duygular bastırılmamalı, mümkün olduğunca paylaşılmalı, kişiyi zorladığı ve günlük yaşamını olumsuz etkilediği takdirde gerekli destek için adım atılmalıdır.
18 yaşında ilk defa İngiltere’de yaşamı deneyimlemiş, ardından psikoloji bölümünü bitirmiş, yüksek lisansta klinik psikoloji alanında öğrenimini devam ettirmiş, bu süreçte göç psikolojisi alanında kendini geliştiren ve bilgilerini Homesick platformunda (Instagram, Website) paylaşan biri olarak mesafelerin bizdeki psikolojik etkilerinin ve ulaşılabilirliğin öneminin yadsınamayacağı düşüncesindeyim. Geçmiş deneyimlerinize yepyeni değerler eklediğiniz bu yolculukta, yaşadığınız ülkeden Türkiye’ye ya da Türkiye’den yaşadığınız ülkeye TransferGo ile ihtiyaç duyduğunuz her an para gönderebilirsiniz.
Salman Akhtar, Göç ve Kimlik, Kargaşa, Sağaltım ve Dönüşüm, İstanbul: Sfenks Kitap, 2018, 198 s.